Hani derler ya bir kitap okudum, bir film seyrettim dünyam değişti. Ben de hafta sonu bir kitap okudum iki gün kendime gelemedim. Klasik yaklaşımla bu çağda bu olur mu? Bu eski zamanlarda kalmış uydurma masallardan bir roman olmalı, diye düşünebilirsiniz. Maalesef keşke öyle olsaydı ama öyle değil. Daha yeni yaşanmış bir acı; dramatik, travmatik bir gerçekten, hayat hikâyesinden söz ediyorum.
2016 yılında Doğu Türkistan’dan bir yetkili Gülbahar Heyithacı’yı arayarak emeklilik işlemlerini tamamlaması için Karamay’a gelmesini söyler. Gülbahar Hanım, kocası ve 2 çocuğuyla Paris’te yaşamaktadır. Kocası sığınmacı olmuş, Gülbahar Hanım Çin vatandaşıdır. Karı koca uzun yıllar petrol mühendisi olarak çalışmıştır. Gülbahar Hanım birkaç eksik evrak için dönmek istemez; tamamlayıp göndereceğini söyler ancak görevli ısrarla gelmesi gerektiğini ifade eder. Gülbahar bir müddet tereddüt eder ancak kocasının Fransız vatandaşı olması onu cesaretlendirir. Üstelik annesi, kardeşleri ve arkadaşlarını görme arzusu da ağır basar ve Doğu Türkistan’a döner. İşte o gün 2, 5 yıl sürecek çile başlar…
“Siz bilemezsiniz, sizin şer gördüğünüzde hayır hayır gördüğünüzde şer olabilir”; ilahî hükmü işte bundan sonra tecelli edecektir. Gülbahar bu dramı yaşamasaydı birçok insan Doğu Türkistan’da yaşananların farkında olmayacaktı. Kitaptan öğreniyorsunuz ki eğitim adı altında milyonlarca insan “beyin temizleme” operasyonuna tabi tutuluyor. 24 saat kameralarla takip ediliyor. En acı ve korkunç olan cezalardan biri “dudakların kımıldıyor dua ediyorsun” diye verilen hücre hapsi. İnsanlar numaralarla çağrılarak kimliklerinden soyutlandığı, komünist parti marşları eşliğinde aşağılandığı haller karşısında çaresiz, mazlum, şaşkın Uygur kadınlarının trajedilerine şahitlik ediyorsunuz…
Gülbahar’ın numarası 9’dur. Gardiyan onu “9 numara? Sıra senin!” diye çağırdığında bunun son çağrı olduğunu düşünür her zaman. Çünkü koğuşlardan numaralarıyla çağrılan kadınlardan birçoğu geri dönmemiştir. Numarası anons edilenlerden çoğu için sadece gidiş vardır, dönüş yoktur: “ Kamplarda yaşam ve ölüm arasında bir fark yoktu. Gece, gardiyanların ayak sesleri bizleri uyandırdığında yüzlerce kez beni kurşuna dizmeye geldiklerini sandım.”
Gülbahar’ın, kamplarda tutulan Uygur kadınlardan farkı kocası ve iki kızının Fransa’da yaşaması ve kızı Gülhumar’ın medya üzerinden dramı dünyaya duyurmasıdır. Çinliler bu açıklamalardan büyük rahatsızlık duyarlar. Gülbahar Hacıheyit’e 7 yıl eğitim cezası verilir. Fransa’nın da baskısıyla cezalandırma süresi 2,5 yılda biter.
Gülbahar Hanım yaşadıklarını anlatmakta büyük sıkıntı duyar çünkü annesi ve akrabaları Doğu Türkistan’da yaşamaktadır. Birçok mağdur bu gerekçelerle yaşadıklarını anlatamamaktadır. Rozenn Morgat, yaşananları Fransızca olarak kitaplaştırır. Kitap, Türkçeye “Çin Kampından Nasıl Kurtuldum?” adıyla Prof. Dr. Mustafa Daş tarafından çevrilmiş, editörlüğünü ise Doç. Dr. Abdülhamit Avşar yapmış, Mihrabat Yayınları tarafından basılmış.
Söylenecek çok şey var. Son sözü Gülbahar Hanıma bırakalım; “Ne yaşadıysam onu yazdım. Anlattıklarımın hepsi tamamen gerçek! Yaşadığım hiçbir şey, olayın şartlarını abartan hastalıklı bir mahkum fantezisi değil. Binlerce kişi gibi ben de bizi hapseden, bize işkence yapan Çin kasırgasında sürüklendim…”•
Kitap hakkında: Mihrabad Yayınları; 0212-514 28 28 www.mihrabadyayinlari.com
Haber Kaynağı - Yeni Akitından haberdar olduğu halde Çin, 5 yıldan beri kampları tutuyorsa, bunun nedeni Çin’in ekonomik gücüne ve etkisine inanmasıdır. Mümkün olduğu kadar çok ülkeyi, Çin’e baskı yapmaya zorlamamız gerekiyor. Onları zorlamak için sosyal medyayı kullanarak medyatik kampanyalar düzenlememiz gerekiyor. Ekonomik baskılar benim için şu anda Çin’e karşı en etkilisi. Aynı zamanda Çin’e ve diğer ülkelere Uygurların var olduğunu ve gözlerimizin önünde gerçek bir soykırımın yaşandığını göstermek için dünyanın her yerinde gösteriler yapmaktan vazgeçmemeliyiz” diyor.
Haber Kaynağı - Diriliş Postası