Kültür,

Mevlânâ Halid Bağdadi

Mevlânâ Halid Bağdadi

Avrupa’nın; Endülüs Medeniyetinin sekiz yüz senelik birikimini kullanarak başardığı Rönesans, onları görünüşte modern, gerçekte ise daha hırslı ve vahşi yaptı. Semavi din olması dolayısıyla Hıristiyanlığın özünde olan bazı insani ve vicdani kırıntıları da yok eden Avrupa, tamamen materyalist görüşe dayanan bir misyonerlik ideolojisi ile kapitalizmi birleştirerek dünyanın başına sömürgecilik belasını sardı.

Osmanlı Devletinin siyasi ve askeri yönden güçlü olduğu dönemlerde, İslam ülkeleri üzerinde fazla etkili olamayan sömürgecilik, 19. Yüzyıldan itibaren daha belirgin şekilde hissedilmeye başlandı. İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika gibi sömürgecilerin daha çok ticari ve ekonomik istilaları yanında, İngiltere’nin siyasi, askeri ve dini maksatlı saldırıları, Müslüman dünyasını hedef almıştı. Osmanlı, bilim ve teknikteki gerilemeye paralel olarak Avrupa’da, Balkanlar’da güç kaybettikçe, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da da problemler gittikçe büyümekteydi.

İslam ülkelerinin yeraltı zenginliklerinin ortaya çıkması Avrupalı sömürgecilerin iştahını kabartmış ve dikkatini Ortadoğu’ya çevirmişti. Bölgede, İngiltere’nin misyonerler ve casuslar vasıtasıyla Müslüman toplulukları Halife’ye ve Osmanlıya karşı kışkırttığı, mezhep, ırk ve kabilecilik damarını kullanarak onları birbirine düşürmeye çalıştığı sıkıntılı bir devir yaşanıyordu.

ZİYAEDDİN HALİD DOĞUYOR

İşte böyle bir devirde, Irak’ın Süleymaniye şehri yakınında Şehrezur bölgesindeki Karadağ kasabasında 1779 yılında (Hicri 1193) bir çocuk dünyaya geldi. Bu yavrunun adını Ziyaeddin Halid koyan babası Pir Mikail, Caf aşiretine mensuptu. Caf, İran ve Irak’ta yaşayan çok kalabalık bir Kürt aşiretiydi. Aynı zamanda soyunun Hazreti Osman’a (r.a.) dayandığı da rivayet edilmekteydi.

Ziyaeddin Halid, ilk öğrenimini Karadağ’da yaptıktan sonra, Süleymaniye’de müderris Şeyh Abdülkerim el-Berzenci’nin derslerine devam etti. Bölgedeki diğer ilim merkezlerinde çeşitli hocalardan öğrenim gördükten sonra Bağdat’a gitti. Burada zahiri ilimlerdeki üstünlüğünü herkes gibi âlimler de kabul ettiler. 1799 yılında Şeyh Abdülkerim’in vebadan vefat etmesi üzerine, henüz yirmi yaşındayken onun Süleymaniye’deki medresesinde yedi yıl müderrislik yaptı. Bir gün Süleymaniye’de karşısına bir Hintli derviş çıkarak, Hindistan’da Nakşibendi Şeyhi Abdullah Dihlevi’yi ziyaret etmesini tavsiye etti. İran ve Afganistan yoluyla çeşitli şehirlerde konaklayarak altı ayda Delhi’ye ulaşan Halid Bağdadi, Abdullah Dihlevi’nin dergahında bir yıldan az bir zamanda Nakşibendi mertebelerini seyri sülukla geçti. Şeyhi onu halifesi yaparak kendi memleketinde irşad için görevlendirdi. Ona verdiği icazetnamede Mevlânâ unvanını kullandı.

MEVLÂNÂ HALİD’İN YAŞADIĞI DEVİR

Osmanlı Devletinin siyasi ve askeri yönden gerilemeye başlaması hem toprak kaybına yol açmış hem de farklı milletlerin bağımsızlık taleplerini artırmıştı. Batılı ülkeler, İslam dünyasının parçalanması ve Halife’nin Müslümanlar üzerindeki nüfuzunun zayıflaması için Osmanlı Devletinin yıkılması gerektiğini düşünüyordu. Bu politikanın gereği olarak özellikle Ortadoğu’da Arap ve Kürtleri, Balkanlarda ise Boşnak, Arnavut, Hırvat, Sırp, Bulgar ve Yunan halklarını menfi milliyetçilik, bağımsızlık ve özgürlük gibi yeni akımlarla kışkırtmaya başlamışlardı.

İslam toplumu içinde bu bozgunculuğun etkili olmasının en önemli sebepleri, Müslümanların inanç ve ibadet yönünden zayıflaması, medrese ve tekke arasındaki çekişmenin artması, mezhep ve tarikat tartışmalarının şiddetlenmesi olarak ifade edilebilir. Ayrıca İslam beldeleri arasındaki iletişimin kopukluğu, misyonerlik ve casusluk faaliyetinin hızlanması, Müslümanların yalan haber ve propagandanın etkisinde kalması bu süreci çabuklaştırmıştı.

Böyle bir ortamda bir Kürt aşiretine mensup olan Mevlânâ Halid, Türk, Arap, İranlı ve Hintlilerle yıllarca bir arada yaşamış, İslam Âleminin iki büyük tarikatı olan Kadiri ve Nakşiliğin manevi ikliminde yetişmiştir. Ayrıca çok iyi bir medrese eğitimi alarak ilmi kariyerini daha yirmi yaşındayken bugünün ifadesiyle profesörlük seviyesine çıkarmış, müderris olarak ders vermeye başlamıştır. Ardından tasavvufa yönelerek tarikat geleneğine göre çok kısa bir zamanda manevi mertebeleri kat ederek mürşid konumuna yükselmiştir.

Bugünkü ölçülerimize göre genç sayılabilecek 48 yaşında vefat etmesi, bu kısa ömre sanki yüzyılları sığdırması, Allah’ın ona ihsanıdır. Çok geniş bir coğrafyada manen müessir olan Mevlânâ Halid, Şah-ı Nakşibend ve İmam-ı Rabbani’den sonra Nakşiliğin üçüncü önemli şahsiyetidir.

MEVLÂNÂ HALİD NELER YAPTI?

Hem müderris hem şeyh olan Mevlânâ Halid, ilim öğretimi ve manevi terbiyeyi, günün şartlarına göre farklı bir şekilde yeniden düzenlemiştir. İlim ve tasavvufa getirdiği bu yenilikler, onun asrının müceddidi olduğunun en önemli delilidir.

1. Medrese ve tekkeyi birleştirdi.

Son asırlarda çok çeşitli sebeplerle bozulmaya yüz tutan medrese ve tekkelerin yöneticileri devamlı birbiriyle çekişmeye başlamış, ilim ehliyle tasavvuf erbabı arasındaki bu kavgadan İslam düşmanları istifade etmişti. İmamı Rabbani’den intikal eden ilim ve tarikatı birleştirme mesleğini çok iyi uygulayan Mevlânâ Halid Bağdadi; medreseleri, eğitim kurumu olma özelliğini bozmadan manevi bir terbiye merkezi olan tekkeyle birleştirdi. Böylece Arapça, tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi İslami ilimlerle tasavvuf terbiyesi bir arada verilmeye başlanmış, medrese talebesiyle, tekke dervişi bir zaman sonra aynı vizyona sahip olmuştur.

2. Kadiriliği ve Nakşiliği şahsında cem etti.

Mevlânâ Halid’in şahsi meziyetleri, Nakşibendiliğin gelenekleriyle birleşince, bölgedeki birçok tarikat şeyhi Nakşi tarikatına geçmiş ve tekkelerinde hem tasavvuf eğitimi hem de İslami ilimleri okutmaya başlamışlardır. Bu bölgede asırlardır devam eden tarikat geleneği, Mevlânâ Halid’in faaliyete başlamasıyla Nakşiliğe meyletmiştir.

3. Tarikat geleneğini değiştirdi.

Mevlânâ Halid; genel olarak inziva, çile, halvet gibi nefsi terbiye ermek için uzun sürelerde toplumdan uzaklaşma ve yalnızlık yerine, müridlerinin kısa sohbet ve irşadla manevi eğitimlerini tamamlayarak, tekrar insanların hizmetine koşmasının daha uygun olacağını ifade etmiştir. “İslam’da ruhbanlık yoktur” hadisinin manasını akıl ve kalplere iyice yerleştirmiş, iman ve Kur’an hizmetinin ancak halkın arasında mümkün olacağını söylemiştir.

4. Kürtler arasında Nakşilik yaygınlaştı.

Mevlânâ Halid’in bir Kürt aşiretine mensup olması ve medreseden yetişerek daha sonra Nakşibendi tarikatına girmesi, özellikle kendi yaşadığı bölgede çok etkili olmuştur. İslam birliğini tehdit eden problemlerin başında gelen menfi milliyetçilik Avrupa’nın telkinleriyle, Türk, Arap ve Kürt ırkçılığını tahrik etmiş, hilafetin Müslümanlar arasındaki itibarını ve gücünü de azaltmaya başlamıştı. Halidiye’nin bölgede aşiretler üstü bir konuma gelmesi ve Kürtler arasında çok rağbet görmesi siyasi olarak birlik ve beraberliğe olumlu katkı yaparken, sosyal yönden de çok önemli barış ve kardeşlik ortamı oluşmasını sağlamıştır. Bunun en belirgin ve somut örneği kan davalarının kaldırılmasıdır.

5. Osmanlı Devletini destekledi.

Mevlânâ Halid, İslamiyetin tek birleştirici güç olduğunu, halifenin bütün Müslümanların dünyadaki yegane temsilcisi olduğunu, Osmanlı Devletinin ve padişahın bu yüzden desteklenmesi gerektiğini ifade ederek, sömürgeci batıya karşı etkili bir mücadele vermiştir. Osmanlıları ve Halifeyi, Müslümanların hamisi olarak gören Mevlânâ Halid, iç ve dış mihrakların bütün kışkırtmalarına rağmen devlete ve padişaha tam destek vermiştir.

6. Yüzlerce halife yetiştirdi.

Kısa ömrüne ve yaklaşık 15 senelik bir irşad faaliyetine karşılık; yüzlerce halifesi, binlerce müridi ve milyonlarca taraftarı olan Mevlânâ Halid, çok geniş bir coğrafyada etkili olmuştur. Çok çeşitli bölgelere gönderdiği halifeleri sadece manevi irşad değil, toplumu sosyal ve siyasi olaylara karşı yönlendirme ve İslami yönden bilinçlendirme görevini de ifa etmişlerdir. Mevlânâ Halid’in halifeleri, 19. Yüzyılın hızlı gelişen olayları ve sömürgeci devletlerin işgal ve zulümlerine karşı Müslümanların siyasi ve askeri mücadelelerine tam destek olmuşlardır. Bunun en çok bilinen örneği büyük mücahid Şeyh Şamil’dir. Mevlânâ Halid’in halifelerinden İsmail Şirvani’nin müridi olan Şeyh Şamil, Ruslara karşı yıllarca silahlı mücadele vermiştir.

7. Şiilik ve Vehhabilikle mücadele etti.

Mevlânâ Halid, Şiiliğin Anadolu’ya ve İslam Alemine yayılmasını önlemek için onlara karşı tavır almıştır. Bütün halifelerine de bu şuuru vermiş, onlar da gittikleri bölgelerde Şiilere karşı daima mücadele içinde olmuşlardır. Mevlana Halid, 1805 yılında çıktığı Hac yolculuğu sırasında, Mukaddes beldelerde yayılmaya başlayan yeni bir cereyanı fark etmiş, ileride İslam dünyasında büyük bir tehlike oluşturacağını tahmin etmişti. 1792 yılında ölen Muhammed Abdülvehhab, misyonerlerin teşvikiyle yeni bir mezhep kurmuş ve Beni Suud gibi İngilizlerle münasebeti iyi olan aşiretler tarafından desteklenmişti. Mevlânâ Halid gönderdiği mektuplarla, Vehhabiliğin dini ve siyasi yönden tehlikesine dikkat çekerek devamlı halifelerini ikaz etmiştir.

8. Halka manevi kuvvet ve ümit aşıladı.

Osmanlı Devletinin siyasi ve askeri olarak zayıfladığı ve devamlı toprak kaybettiği bir dönemde, halkın içine düştüğü ümitsizliğe manevi reçeteler sunan Mevlânâ Halid, yeniden toparlanma hareketi başlatmıştır. Materyalist felsefi akımların ve menfi milliyetçilik cereyanlarının Müslümanları ifsad etme ve bölme planlarına karşı etkili bir mücadele yürütmüştür. Halkı karamsarlıktan kurtararak, moral ve ümit veren bu faaliyetler ulemanın da dikkatini çekmiş, Nakşi tarikatına girmelerine vesile olmuştur.

9. Fıkıh ve hadise çok önem verdi.

Mevlânâ Halid, tasavvuf eğitiminden önce öğretimde fıkıh ve hadis ilmine çok önem vermiştir. Kendi tahsil hayatında da çok önemli yer tutan bu ilimlere, tarikat adabından daha fazla rağbet etmiş, müridlerinin de âlimlere ve hafızlara hürmet göstermelerini istemiştir. Kitap ve sünneti hayatı boyunca kendine rehber eden ve halifelerini de bu şekilde yetiştiren Mevlânâ Halid, ilim öğrenilmesini bu kadar ön planda tutunca, onun yoluna “İlmiye sınıfının tarikatı” adı verilmiştir.

HALİFELERİNE TAVSİYELERİ
  • Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine sıkı sıkıya bağlanmanızı ve bu konuda asla taviz vermemenizi tavsiye ediyor hatta emrediyorum.
  • Müslümanlar arasına kasten sokulmak istenen bid’atlardan sakınmanızı, cahiliye devri adetlerinden kaçınmanızı tavsiye ediyorum.
  • Devlet adamları ve varlıklı insanlardan daima uzak durunuz.
  • İyilik kastıyla da olsa makam sahiplerine aracı olarak gitmeyiniz.
  • Islah edemediğiniz insanları asla gıybet etmeyiniz.
  • Zalim ve günahkarlara bakıp, salih olduğunuz için gurura kapılmayınız.
  • Şu durumdaki insanları asla tarikata almayınız:
  • Makam ve servet sahibi mağrur insanları,
  • Dünya malına düşkün hırslı ticaret erbabını,
  • Halk arasında itibar sahibi olmak isteyen ilim ehlini,
  • Başkalarının sırtından geçinen, boş ve işsiz kimseleri,
  • Şöhret için tarikatı ve hilafeti arzu edenleri,
  • Kendisini herkesten üstün gören kibirli insanları tarikata almayınız.

Kaynak: Haber Vakti