Kültür,

Rönesans’ın temelinde Endülüs medeniyeti vardır

Rönesans’ın temelinde Endülüs medeniyeti vardır

“Rönesans’ın temelinde Endülüs medeniyeti vardır.”

TV Net Kitap Cafe’nin bu haftaki konuğu yazarımız Nurettin Taşkesen oldu.

Mihrabat Yayınları’ndan çıkan Endülüs Fatihleri ve Kurtuba’nın Altın Çağı eserleri ile dikkatleri Endülüs üzerine çeken yazarımız Nurettin Taşkesen; Endülüs üçlemesinin son kitabı Elhamra’nın Gözyaşları’nı okurları için anlatıyor.

Endülüs Fatihleri, cihad ve fetih uğrunda ömür tüketen mücahidleri; Kurtuba’nın Altın Çağı, Endülüs’ün her alanda zirvede olduğu devri gözler önüne sermişti. Endülüs serisinin üçüncü kitabı olan Elhamra’nın Gözyaşları ise Müslümanların sekiz asır süren hâkimiyetlerinin, iç çekişmeler ve taht kavgaları yüzünden sona erişinin hazin hikâyesini dile getirirken askerî ve siyasi zafiyete rağmen, Endülüs’te ortaya konan sanat ve mimarideki mükemmel eserlere de ışık tutmaktadır.

Okurunu tarihî bir yolculuğa çıkaran yazar, eserinde bazı tespitlerde de bulunuyor:

“711 yılında Tarık Bin Ziyad’ın Cebelitarık Boğazı’nı geçerek İspanya topraklarına ayak basmasıyla başlayan tarihin bu muhteşem sayfasının, 1492’de Gırnata’da Elhamra Sarayı’nın önünde sona ereceğini Allah’tan başka kimse bilemezdi. Fakat sekiz asırlık Endülüs Medeniyeti, izlerini ve tesirlerini yüzlerce yıl devam ettirdi.

Fethin ilk gününden itibaren can, mal ve namus emniyeti sağlanan; din, inanç ve ibadet hürriyeti verilen Hıristiyanlar, yüzyıllar boyunca içlerindeki kin ve düşmanlığı hiçbir zaman unutmadılar. Hatta bu gayelerine kendilerince bir isim bile taktılar: Reconquista, yani yeniden fetih. Fakat onlar hiçbir zaman kendi güçleriyle galip gelerek Endülüs’ü ele geçiremediler. Çoğu zaman Müslümanlar aralarında kavga ederek, hatta Katolik krallarla işbirliği yaparak o güzelim şehirleri, Tuleytula’yı, Kurtuba’yı, İşbiliye’yi onlara altın tepsi içinde sundular.”

Kitap Cafe’nin konuğu olan yazarımız söyleşinin bir bölümünde “Gırnata Emirliği, Avrupa’nın en batısında kurulmuş sekiz asır devam etmiş bir İslam devleti ve medeniyeti. Yani devletten ve ülkeden çok medeniyet tarafı çok önemli. Çünkü orada gerçekten bahsettiğimiz altın döneminde; 9. ve 10. yüzyıllarda müthiş bir gelişme, ilmî olarak medeniyet olarak yaşayış olarak büyük bir gelişme var. O sırada Avrupa Orta Çağ karanlığında. Avrupa’nın daha sonraki aydınlanma döneminde Rönesans’ın temelinde Endülüs medeniyeti vardır.” ifadesiyle hakkı sahibine teslim ederken, “Asıl Orta Çağ’da bu medeniyet gelişimini alıp, devam ettirip Avrupa’ya aktaran da Müslüman bilim adamlarıdır. Özellikle bunun bilinmesinde ve tarihî olarak da bu iç çekişmeler yüzünden kaybedilen İspanya’nın, Endülüs’ün öğrenilmesinde yarar var. İç çekişmeler maalesef her zaman her yerde bizim en büyük problemimiz olmuştur.” diyerek sorunun kaynağını okurlara göstermiş oluyor.

Mehmet Âkif Ersoy’un şiirinde dile getirdiği, eserin belki de en can alıcı ve akıllarda kalan sahnesi ise Benî Ahmer Sultanı Ebu Abdullah’ın, Gırnata’dan ayrılırken şehrin güneyinde Büşşerât’a (Alpujarras) giden yol üzerindeki son dönemeçte Gözyaşı Tepesi’nden geriye dönüp Elhamra’ya bakarak ağlamaya başlaması olmuştu. Bunun üzerine annesi Ayşe Sultan oğluna şöyle der:

“Erkekler gibi savunamadığın ülken için şimdi kadınlar gibi ağla.”